O sene yetmiş yaşına erişen Engels, dostu Marx’ı düşünürken hüzün duysa da 1 Mayıs için heyecanlıydı. Engels, yakasına Komün’ün sembolü karanfillerden takarak, kendisiyle aynı heyecan ve coşkuyu paylaşan Eleanor Marx ve Paul Lafargue ile birlikte mitingin yapılacağı Hyde Park’a doğru, uzun yıllar süren çarpışma ve kuşatmalardan sonra zafere ulaşmış bir savaşçı edasıyla yürüyordu
Neoliberal politikalar ışığında kendine yol bulan küresel kapitalizmin, işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin temel haklarını dünya genelinde döne döne yeniden kemirdiği bir süreçten geçiyoruz. Emekçilerin 8 saatlik işgünü talebini gündeme getirip bu uğurda ağır bedeller ödemeye başladığını zaman açısından hesaba kattığımızda öyle böyle 150 yıllık bir tarih söz konusudur. İşçilerin 1 Mayıs’ı, ortaklaşa mücadele açısından bir gün için karar kıldığı 1890 yılı da bu tarihi sürecin önemli bir parçası. Ve hak gaspları ve sömürünün yeni biçim ve araçlarla sürüyor olması proletaryayı da yeni arayışlara yöneltmekle yeniden yüz yüze getiriyor.
***
Rosa Luxemburg 1889 yılında hem polis denetiminden çıkmak hem üniversiteye başlamak için doğup büyüdüğü Polonya’dan İsviçre’nin Zürih kentine varmıştı. Zürih o yıllarda da Alman, Rus ve Polonyalı politik göçmenlerin yoğun olduğu bir kentti. Rosa, bir grup arkadaşıyla Polonya’da işçi sınıfının örgütlenmesi ve harekete geçmesi için çaba sarf edenlerin başında gelenlerden biriydi. Bununla birlikte ülkesinden ayrı yaşamak zorunda kalan Polonyalı sosyalistler bir kurultay düzenleyerek Polonya Sosyalist Partisi’ni kurmuşlardı. Rosa Luxemburg ve arkadaşları parti içinde olmakla birlikte Çarlığa karşı Polonya ve Rusya’daki emekçilerin ortak mücadelesini savunan bir hizipti. Aynı hizip bir yandan da II. Enternasyonal’de ayrıca temsil edilme çabasını sürdürüyor ve bağımsız bir yayın çıkarma çalışması (İşçi Davası –Sprawa Robotnicza-) da yapıyordu. Rosa’nın yakın dava arkadaşı Leo Jogiches de Plehanov’la ortak yayıncılık konusunda anlaşamayınca Modern Sosyal Demokrasi Kütüphanesi adıyla bir yayınevi kurmuştu.
İşçi sınıfının bilinçlenmesi ve harekete geçmesinde her türlü yayın faaliyeti o dönem çok önemliydi. Yayınevinin ilk kitap ya da kitapçığı Polonya’da 1892’de Polonya işçilerinin 1 Mayıs öncesi ve sonrası yaptığı toplantı ve eylemleri içeriyordu. Kitapçığın “önsöz” biçimindeki 1 Mayıs’ın tarihçesini içeren metni Rosa Luxemburg yazmıştır. Benzer bir yazı da daha sonra 1894’te çıkan İşçi Davası dergisinde de yayımlanan[1] 1 Mayıs’la ilgili yazı Rosa’nın kendi imzasını attığı ilk yayını olarak da kabul edilir. “İşçilerin burjuvaziye ve egemen sınıfa karşı mücadelesi sürdükçe, bütün talepleri karşılanana dek, 1 Mayıs bu taleplerin her yıl dile getirildiği gün olacaktır. Ve daha güzel günler geldiğinde, dünya işçi sınıfı kurtuluşunu kazandığında, insanlık muhtemelen, zorlu mücadelelerin ve ödenen bedellerin anısına 1 Mayıs’ı yine kutlayacaktır” diye başlayan kitapçığın önsözünde Rosa, iki önemli sanayi kenti olan Varşova ve Wilna’daki işçileri bilgilendirmek için dünyada yeni yeni bir hak arama gününe dönüşen 1 Mayıs’ın tarihi sürecini anlatır:
8 saatlik işgününü kazanmanın bir aracı olarak bir işçi bayramı kutlamasının kullanılması fikri ilk olarak Avustralya’da doğdu. İşçiler 1856’da, 8 saatlik işgünü talepli bir gösteri olarak, mitingler ve kutlamalar eşliğinde bir günlük genel grev yapmaya karar verdiler. Bu kutlamanın tarihi de 21 Nisan olacaktı. İlk başta, Avustralyalı işçiler bunu sadece 1856 yılı için düşündüler. Fakat bu ilk kutlama Avustralya’nın işçi kitlelerini ateşleyip yeni bir heyecana iterek, üzerlerinde o kadar güçlü bir etki yaratmıştı ki, bu kutlamanın her yıl yapılmasına karar verildi.
Rosa Luxemburg, Avustralyalı işçilerin kendi başlarına bir günü kitlesel olarak ortak dayanışma ve mücadele günü yapma çabasını kendi özgücüne güven ve cesaret örneği sayar.
Böylece, bir işçi kutlaması fikri hızla kabul edildi ve Avustralya’dan yola çıkıp bütün bir işçi dünyasını fethedene kadar diğer ülkelere yayılmaya başladı” der ve devam eder: “Avustralyalı işçileri ilk örnek alan Amerikalılar oldu. 1886’da 1 Mayıs’ın genel grev günü olmasına karar verdiler. O gün 200 bin Amerikalı işçi iş bırakarak 8 saatlik işgünü talebini yükseltti. Sonrasında polis baskısı ve yasal baskılar işçilerin tekrar bu ölçekte bir gösteri yapmasını yıllar boyunca engelledi. Ne var ki işçiler 1888’de kararlarını yenilediler ve bir dahaki gösterinin 1 Mayıs 1890’da yapılması kararlaştırıldı.[2]
Süreç Avustralya ve ABD’de olduğu kadar Avrupa’da da proletaryanın mücadele bayrağını yeni arayışla yükseltmesi doğrultusunda kaynaşmaktadır. Mevcut gelişmeler II. Enternasyonal’i de yakından ilgilendirmektedir. Avustralyalı ve Amerikalı işçilerin bu konudaki çabasından sonra Rosa Luxemburg sözü Avrupa’ya getirir.
Bu esnada, Avrupa’daki işçi hareketi güçlenmiş ve canlanmıştı. Bu hareketin en güçlü ifadesi, 1889’daki Uluslararası İşçi Kongresinde açığa çıktı. 400 delegenin katıldığı bu kongrede 8 saatlik işgününün birincil talep olmasına karar verildi. Bunun üzerine Fransız sendikaları delegesi, Bordeauxlu işçi Lavinge, bu talebin bütün ülkelerde bir genel grevle dile getirilmesini önerdi. Amerikan işçileri delegesi ise yoldaşlarının 1 Mayıs 1890’da greve gitme çağrısını hatırlattı…
Burada yeri gelmişken tarihi önemi olan bir kongre için şunları da ifade edebiliriz: 1889’da Paris’teki II. Enternasyonal’in kongre hazırlık çalışmalarının önemli bir ayağında F. Engels vardı. Marx’ın en küçük kızı Eleanor ile ablası Laura’nın eşi Paul Lafargue, Engels’in direktifleri doğrultusunda kongre için çalışıyorlardı. Uluslararası Sosyalist İşçiler Birliği’nin yani Enternasyonal’in toplantısı, Fransız Devrimi’nin yıldönümü olan 14 Temmuz’da başlayıp 21 Temmuz’da son bulacaktı. Rosa’nın da belirttiği gibi toplantıya katılan 400 delegenin, 20 ayrı ülkeden gelmesi planlanmıştı ki öyle de oldu. Fransız Devrimi’nin yıldönümü kutlamaları ve Paris’in merkezinde düzenlenen fuar nedeniyle kent çok heyecanlı ve kalabalıktı.
Birleşik, kitlesel bir mücadele günü fikrine sahip olmak da ve sonra buna ilişkin kararlaştırılmış bir günü geleneğe dönüştürmek de burjuvazi ile proletarya arasında gittikçe şiddetli bir hâl alan kavga açısından ne kolay ne de dikensiz bir gül bahçesinde yürümek gibi bir şeydi. Almanya’da 1878 yılında çıkarılan anti-sosyalist yasa nedeniyle sosyalist hareket ağır bir darbe almış ve Bismarck’ın düşüşünün ardından yasa yürürlükten kaldırılmıştı. Anti-sosyalist yasaların yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte işçi sınıfı Avrupa genelinde yeniden güç kazanmaya başladı. Yeni eylemler, yeni devrimler için programlar geliştirildi ve Enternasyonal’in 1889 kongresi, 1 Mayıs için “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” adıyla işçi sınıfının, odağına 8 saatlik çalışmayı aldığı ortak eylemine bir nitelik atfetmiş oldu. Engels, Laura Lafargue’ye yazdığı mektupta “1 Mayıs Bildirisi, kongremizin aldığı en iyi kararlardan biriydi” diyordu.
Rosa Luxemburg söz konusu yazısında Enternasyonal’in bu konudaki kararı ve sonrasını da yorumluyor:
(…) Kongre bütün ülkelerin işçilerinin 8 saatlik iş günü için 1 Mayıs 1890’da birlikte gösteriler düzenlemelerine karar vermişti. Hiç kimse bu kutlamanın sonraki yıllarda da tekrarlanmasından söz etmemişti. Doğal olarak bu düşüncenin aniden başarı kazanıp, işçi sınıfı tarafından böylesine hızlıca kabul göreceğini önceden hiç kimse kestiremezdi. Ne var ki 1 Mayıs gösterilerinin her yıl tekrarlanan ve süreğen bir kurumsallığa sahip olması gerektiğinin herkes tarafından anlaşılması ve hissedilmesi için 1 Mayıs’ı yalnız bir kez kutlamak yeterli olmuştu.
Peki, Marksizm’in kurucusu ve emekçiler için ortak eylem günü kararı alan kongrenin örgütleyicilerinden Friedrich Engels ikamet ettiği Londra’da 1 Mayıs gösterilerine nasıl katıldı? Güzel bir bahar günüydü ve meyve ağaçları çiçek açmaya başlamıştı. En önemlisi de Paris Komün’ünün sembolü kırmızı karanfiller de eylem gününe merhaba dercesine 1 Mayıs kutlamasına yetişmişti. O sene yetmiş yaşına erişen Engels, dostu Marx’ı düşünürken hüzün duysa da 1 Mayıs için heyecanlıydı. Yalnız 1890’da, Londra’daki 1 Mayıs kutlaması, 4 Mayıs olan pazar gününe planlandı. İşçiler ve sendikalarla yapılan çalışmalarda kutlama mitinginin istenen sonucu vermesi için 4 Mayıs 1890 Pazar gününde karar kılınmıştı. Engels, yakasına Komün’ün sembolü karanfillerden takarak, kendisiyle aynı heyecan ve coşkuyu paylaşan Eleanor Marx ve Paul Lafargue ile birlikte mitingin yapılacağı Hyde Park’a doğru, uzun yıllar süren çarpışma ve kuşatmalardan sonra zafere ulaşmış bir savaşçı edasıyla yürüyordu.
O güne kadar Londra’da bu denli kalabalık bir işçi eylemi görülmemişti. Marx’ın yokluğu bu açıdan da yakınlarına hüzün veriyordu. 250-300 bin emekçi kızıl bayrakları ve orkestra müziği eşliğinde mitingdeydi. Konuşmacılar miting alanında birbirine 150’şer metre mesafede kurulmuş yedi kürsüden katılımcılara ayrı ayrı hitap ediyordu. Engels’in gözlerinde derin bir mutluluk belirmişti. Duygu ve düşüncelerini sesli olarak da ifade ediyordu: “Eminim, proletarya tereddütlerinden kurtulduktan sonra, kişisel makam düşkünlüğüne, değişik fraksiyonların ortaya çıkmasına son verecektir; herkesi ve her şeyi yerli yerine oturtacaktır. Kitle hareketinin enternasyonal ruhu her zaman yüksektir.”[3] Engels’in proletarya için bahsettiği ‘tereddüt’lerden biri, devrimci duruşa karşı işçiler arasında etkili olmaya çalışan reformist eğilimler de olabilir.
Engels, “Bu bizim en büyük zaferimiz. Bu zafer artık burada da arkamızda kitlelerin olduğunu kanıtlıyor” şeklinde ifade ettiği mitingin akşamında, 1 Mayıs çalışmalarına katılan, konuşma yapan yoldaşlarıyla yemekte bir araya geldiğinde de günün coşkusu üzerindeydi. “Marx’ın bu uyanışa kadar yaşaması için neler vermezdim ki. O bu uyanışın özellikle burada, İngiltere’de en küçük belirtisini bile keskin bir gözle izliyordu! Önce Almanya seçimlerindeki zaferimiz ve işte kırk yıl sonra ilk kez bir zamanlar bizim sözümüz uğruna çılgınca ve cesaretle savaşmış olan İngiliz proletaryasının güçlü sesini yeniden duyuyorum” dediğinde, Eleanor Marx da “Bu mutluluğun ta kendisidir. Böyle günler uğruna, tüm ülkelerdeki en iyi insanlar savaşa ve ölüme yürüyor” sözleriyle General’in mutluluğuna ortak olmuştu.
***
Polonyalı işçilerin 1892 yılındaki 1 Mayıs öncesi ve 1 Mayıs’taki eylemleri Rosa Luxemburg’un savunduğu siyasi çizginin kendi gücünü hesap etmesi açısından çok önemliydi. Rosa Luxemburg, kitapçığın önsözünü şu ifadelerle kapattı:
1 Mayıs’ta 8 saatlik işgününün uygulanması talep edildi. Ama bir kez bu hedefe ulaştıktan sonra 1 Mayıs’tan vazgeçilmedi. İşçilerin burjuvaziye ve egemen sınıfa karşı mücadelesi sürdükçe, bütün talepleri karşılanana dek 1 Mayıs bu taleplerin her yıl dile getirildiği gün olacaktır. Ve daha güzel günler geldiğinde, dünya işçi sınıfı kurtuluşunu kazandığında, insanlık muhtemelen zorlu mücadelelerin ve ödenen bedellerin anısına 1 Mayıs’ı yine kutlayacaktır.
Dünya işçi sınıfı dönem dönem rahat bir nefes almış olsa da neoliberal politikalar altında modern köleliği çeşitli biçimlerde yaşamak gibi zorlu bir sürecin içindedir. O yüzden zorlukları alt etmek açısından 1 Mayıs işçilerin gözbebeği bir gün olarak öneminden hiçbir şey kaybetmiş değildir.
[1] İlgili metne şuradan da ulaşılabilir: https://www.marxists.org/turkce/luxemburg/1890s/1894.htm
[2] 1886’da 1 Mayıs’ta işçilerin başlattığı greve Boston’da patronların örgütlediği sokak çeteleri saldırdı. Eylemlerde çok sayıda işçi gözaltına alındı. Yargılanan işçilerden sekizi o yıl idam edildi.
[3] F. Engels’in 1890 1 Mayıs kutlamasında nasıl yer aldığına dair Galina Serebryakova’nın “Ateşi Çalmak- 5; İkinci Keman, Çeviren Ali Rıza Dırık, Evrensel Basım 2004” tarihi romanından yararlanılmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.